22 Mayıs 2009 Cuma

Sinan Çetin Röportajı


Beni parktaki bir bank zannediyorlar!

Devletten para yardımı alan sinemacıların dilencilik yaptığını söyleyen Sinan Çetin TRT Radyo Televizyon Dergisi'ne konuştu: 'Recep İvedik' gibi popüler filmlerin gelirinden oluşan havuzdan para alıp film yapıyorlar adına da sanat filmi diyorlar! Üstelik 'Recep İvedik'e de küfrediyorlar!.. Plato Film'in sahibi, yapımcı yönetmen ve kimi zaman da oyuncu Sinan Çetin devletten yardım alan sonra da gişe yapan filmleri eleştiren sinemacılara ateş püskürüyor. Çetin'in bir başka rahatsızlığı ise filmlerinde rol almak için kendisini arayan telefon tacizcileri. Çetin tanımadığı telefon numaralarını açmıyor ve "Vücudum güzel, geleyim mi" diyenlere, "Gelme!" diyor...

* Reklam piyasasında Sinan Çetin ve Plato Film'in farklı bir yeri var. Siz kendinizi nerede görüyorsunuz ?

İnsan işine gücüne bakınca nasıl bir yer edindiğinin farkında olmuyor. O yüzden dışarıdan nasıl göründüğümle ilgili hiçbir fikrim yok. Biz Plato Film'i kuralı 22 sene oluyor. Dar bir odada oturuyorduk. Başlangıçta bu kadar fazla başımızı alıp gitmek gibi bir amacımız da yoktu. Bu kadar çok reklam çekeceğimizi, hatta reklam filmi çekerken başka bir iş yapamaz hale gelebileceğimizi de bilmiyorduk.

* Plato'dan yetişmiş ünlü yönetmenler hangileri?

Oğuzhan Tercan, Hazım Başaran, Yücel Yolcu... Yine Plato'ya mutlaka ayağı değmiş Umur Turagay, Mustafa Altıoklar, Zeynep Özbatur gibi yönetmenler çıktı bizim okulumuzdan.

* İyi bir yapımın ilk adımı, hiç kuşku yok ki, iyi bir senaryo... Türkiye'deki senaryo yazarlığı için ne düşünüyorsunuz ?

Valla senaryo problemi de aynı teknoloji problemi gibi. Senaryoda da aynı sorun var. Biz göçebe bir toplumuz. Bütün bunlar bize dışarıdan gelmiş. Türkiye'de yönetmen ve senaryo yazarı çıkmamasının da altında çok ciddi bir toplumsal kültürsüzlük var. Ama yavaş yavaş öğreniyoruz...

* Üretiminizi gerçekleştirirken, 'Türkiye'de bu satar' düşüncesiyle mi hareket ediyorsunuz, yoksa 'alıcılarınızın çıtasını yükseltmek' gibi bir hedefe de sahip misiniz ?

Tabii ki biz filmlerimizi çok seyredilsin, daha çok reyting alsın diye yapıyoruz. Tabii ki amacımız daha çok insana ulaşmak. Zaten içinde sanat olmayan bir şey asla çok seyirci bulamaz. Bir şey çok satılmışsa, çok seyredilmişse içinde mutlaka bir sanat vardır. Biz, yaygın entelektüel anlayışın dışında, kitlelere yayılan şeylerin çok değerli olduğunu düşünüyoruz. Bu hem reyting hem de bilet anlamında. Tabii ki ticaret yapmayı da çok önemli buluyoruz. Ama açıkçası çok iyi ticaret yaptık mı, ondan emin değilim. Çünkü inanmadığımız hiçbir şeyi de yapamıyoruz. Güvenmediğimiz, kalbimizi koymadığımız, aklımıza yatmayan hiçbir şeye imza atamıyoruz. Çünkü Plato'nun, Türkiye'deki seyirci potansiyelinde bir güven unsuru olduğunu biliyoruz. O logoyu gören insanların. "Bunlar kötü bir işe adlarını yazmazlar" dediklerini biliyoruz. Bazen kimsenin göze alamadığı şeyleri de yapıyoruz. 'Recep İvedik'i yapmadık. Yapmadığımız için gurur duymuyoruz.

* Peki 'sanat filmi' ya da 'iyi-kötü film' ayırımını nasıl yapıyorsunuz? Örneğin, 'Recep İvedik' çok ilgi gördü diye 'iyi bir film' olduğu söylenebilir mi?

Kötü bir film değil. Dahiyane bir karakter. Toplumumuz Recep İvediklerle dolu. 'Turist Ömer'den 'Mükremin Abi'ye kadar, tamamını içinde barındıran bir karakter. Zaten o karakteri görmek için seyirci sinemaya gitti. Bir karakter toplumun içinden çıkmışsa, o karakter seyirci ile bağ kuruyor demektir. O yüzden bu çok önemli bir başarı, Şahan'ı kutlamak lazım.

* İyi-kötü film ayırımını nasıl yapıyorsunuz ?

Kötü filmin ne olduğunu bilmiyorum. Fakat iyi filmin tanımı belli. Bu pazarda sadece iyiler kazanır. Çok adaletlidir. Yani pazarı dışarıdan suni müdahaleler batırır. Bakınız devlet ya da çeşitli kuruluşların yardımları, Avrupa Sineması'nın batmasına neden oldu. Adına 'sanat filmi' denen bahçe, işte oradan ortaya çıktı. Seyircinin sevmediği filmleri yapıyor olan bir koskoca Avrupa Sineması vardı. Tabii ki iyi filmler de yapılıyordu. Şu anda Türkiye'de de öyle bir sistem var. Türkiye'de de seyirciden değil de devletten para alarak yılda en az 25-30 film çekiliyor. 'Recep İvedik', 'Vizontele', 'Propaganda' gibi filmlerin elde ettiği gelirle bir havuz kuruluyor. O havuzda, o filmlere küfreden yönetmenler yine bu filmlerin parasıyla, kendi kritersiz filmlerini yapıyor, adına da 'sanat filmi' diyorlar. Bunlar dilencilik yapıyorlar. Ve bu dilenciler için bir nevi bizim başarımız cezalandırılıyor. Ortada korkunç bir adaletsizlik var. 'Recep İvedik'in parasıyla film yapıp, 'Recep İvedik'i beğenmiyorlar, üstelik de küfrediyorlar. İşte işin kahredici yanı da bu.

* Sinemacıların devletten yardım almasını eleştiriyorsunuz...

Devlet, sinemacılara yardım ediyorsa o zaman fırıncılara da yardım etsin! Devletten geçinenlerin ayağına basınca bağırıyorlar. Bunlar, yeteneksizler, beceriksizler, serbest piyasadan korkanlar, pazara girme, pazarda durma yeteneği olmayan, akıldan, zekadan yoksun insanlar! Devlet de bir havuz kurarak, bu dilencilere para veriyor.

* 1982'de, Antalya Altın takal Film Festivali'nde aldığınız ödüllerin ardından, arkadaşlarınızın bir bölümünü kaybettiğinizi söylemiştiniz. Ödül neden dostlarınızı kaybettirdi size?

Öyle olur, ödül alınca kaybedersiniz. Jüriler de kendilerini yardımsevenler kuruluşu gibi görürler. Kendilerini yönetmenlere ve filmlere yardım etmek kanaatinde hissederler. Bu aslında son derece kibirli bir psikolojidir. Jürilerin görevi hangi film iyi, hangi film kötü onu ayırt etmektir. Fakat bu jüriler kendilerini matah bir şey zannedip kim fakirse, kim yardıma muhtaçsa, ellerindeki ödülleri onlara dağıtarak,kendilerini iyi hissetmek isterler.

* Sonra bu tür yarışmalara katılmadınız. Neden?

Gerçekten iyi bir film yaptığım zaman; mesela 'Berlin in Berlin', 'Propaganda', 'Komiser Şekspir'; hiçbir festivale kabul edilmediği gibi, zaten ben de yollamadım. Daha iyi bir yönetmen ve daha kuvvetli bir sinema dilim olduktan sonra hiçbir ödül alamadım. Çünkü büyük bir ismim vardı. Bu filmlerin ödüle ihtiyacı yok. Zaten büyük filmler...

* 'Şöhret olmak için, yönetmenle yakın olmak gerekir' gibi yaygın bir kanı vardır ama yönetmenin şöhret olmak isteyenlerle nasıl baş ettiğine değinilmez?

Çok teşekkür ederim. Bu konunun tam tersi açıdan baktığınız için tebrik ediyorum sizi. Bizi bir nevi kamu malı gibi görüyorlar. Parklardaki banklardan biri zannediyorlar; gelip üstümüze oturacak... İşte şöhret olmak böylesine tatsız, tuzsuz bir olay.

* Şöhret olmak isteyenler sürekli çevrenizde mi dolaşıyor?

Bana daha çok telefon tacizi geliyor. "Sinan Ağabey ben Adana'dan arıyorum. Çok güzelim, vücudum da çok güzel, bir geleyim mi?" diyenler öyle fazla ki. "Gelme" deyip, telefonu suratlarına kapatıyorum. Tanımadığım numaraları açmıyorum. Tesadüfen açmışsam da konuşmadan kapatıyorum.

* Bir yönetmen olarak oyuncular kadar çok tanınıyorsunuz...

Meşhur falan olmak istemezdim. Kendimi ortadan yok etmeyi çok istiyorum. Meşhur olmak, zille dolaşmak gibi. Hele bir yönetmenin meşhur olması o kadar saçma ki... Ben bir yararını görmedim meşhur olmanın. Onun için de artık dinlenmek istiyorum.

* Plato'da yetişen gençler kalıcı oluyor mu?

Burada kendilerini yetiştirip, sonra da uçup gidiyorlar. Biz çok iyilerle çalışıyoruz. Çoğu insan da kendini en iyi hale getirmek için buradan yararlanıyor. Burası bir okul ve şunu iddia edebiliriz; Türkiye'deki bütün sinema okullarından daha çok sinemacı yetiştirdik.

* Gençlerle çalışarak yenilendiğinizi mi düşünüyorsunuz?

Ben Eşref Kolçak, Aliye Rona, Metin Akpınar, Kemal Sunal gibi eski oyuncuyla güzel filmler yaptım. Gençlerin bizim projelere yararlı olacağı fikrini taşıdığım için onlarla beraber çalışıyorum. Onlarla işbirliği içindeyiz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder